728 x 90

Hayatın Her Alanında Olmak

Hayatın Her Alanında Olmak

COVID-19 salgınından sonra çevresel krize karşı insanlığın temel ilkelerini tanımaya yönlendik. COVID-19 bize bir gecede dönüşümsel değişimin mümkün olduğunu gösterdi.

COVID-19 salgınından sonra çevresel krize karşı insanlığın temel ilkelerini tanımaya yönlendik. COVID-19 bize bir gecede dönüşümsel değişimin mümkün olduğunu gösterdi. Dayanışmayı öğrenmek zorundaydık.İnsanlık olarak karşılaştığımız krizler arasında iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı ve kirliliği, gıda güvensizliği, yaşam maliyeti krizi, yüksek borç seviyesi ve artan çatışmalar ilk ağızda sayacağımız tehlikeler olarak karşımızda durmaktalar. Tüm bu krizlerin bir araya gelmesi eşitsizlikleri artırıyor, sosyal sermayeyi aşındırıyor, yedi kişiden altısında sivil huzursuzluğu, siyasi karışıklığı ve hızla artan kaygı düzeylerini tetikliyor.

Toplumsal cinsiyet savunucuları ve feministler olarak bizler bu krizlerin doğanın tahakkümü ile insanların, özellikle de kadınların tahakkümü arasında açık ve somut bir bağlantı olduğunu savunuyoruz.

Nasıl mı? Doğaya nasıl davrandığımız ve birbirimize nasıl davrandığımız ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Nasıl yaşadığımızı, ekonomimizi nasıl yeniden tasarlamamız gerektiğini neye değer verdiğimizi ve nasıl büyüdüğümüzü yeniden düşünmeliyiz.

Peki, bir ortamda eşitsizliği ve yoksulluğu nasıl ele alacağız?

Hangi dönüştürücü model insanlığın bir dünya olarak gelişmesini sağlayabilir?

Daha da önemlisi, bunun ötesine nasıl geçebiliriz?

Ayrımcı ve baskıcı hiyerarşik bölünmelerin birbirleriyle ve gezegenimizle uyum içinde yaşaması mümkün olabilir mi?

Tüm bu sorulara cevap bulmalıyız.

Cinsiyet eşitsizliklerini besleyen ve sürdüren ataerkil normlar karşımızda çelikten bir duvar olarak dururken kadın yoksulluğunun, gelir eksikliği olarak görünümünün netleştiğine de tanık olmaktayız.

Sivil, kültürel, ekonomik, çevresel, siyasi ve sosyal haklar ve bu nedenle yoksulluk eşitsizlikle ayrılmaz biçimde bağlantılı; kadınların erkeklerden daha yüksek oranda yoksullukla karşı karşıya olduğu; kadınların ve kız çocuklarının yeteneklerinin, fırsatlarının ve kaynaklarının tükendiği ve/veya kısıtlandığı, toplumlarımızın yapılarına gömülü önyargılar, normlar, tutumlar ve stereotipler tarafından; kadınlar ve kız çocukları ırka dayalı çoklu ve kesişen ayrımcılık biçimleriyle karşı karşıya kalıyorlar.

Etnik köken, engellilik, konum, medeni durum, göçmen durumu ve cinsiyet kimliği kadınların ve kız çocuklarının haklarının, sağlık hizmetlerine, aile planlamasına, eğitime ve eğitime erişimlerinin daha da kısıtlanmasına sebep olmakta.

İşgücü piyasası; kadınların yoksulluğunun doğrudan özerklik eksikliği, erişim eksikliği ile bağlantılı olduğunu söylüyor.

Kredi, varlıklar, arazi mülkiyeti ve miras da dahil olmak üzere kaynaklara erişim ve bunların kontrolünün sınırlı olduğu bilinen bir gerçek.

Destek sistemlerine ve hizmetlerine erişimin, cinsiyet ayrımcılığının kadınların yaşamlarını kısıtladığını, karar alma süreçlerine tam olarak katılma fırsatlarından yoksunluk ve böylece kendi yetkilerinin kısıtlanması karşılaşılan güncel sorunlar.

Kurumlardaki cinsiyet önyargılarına meydan okumak ve ayrımcı, bölücü ve baskıcı reformlar yapmak gerçeğini ve gereğini ortaya koyuyor.

Uygulamalar; çocuklu ve tek ebeveyn kadınlı hanelerin daha yüksek yoksulluk riskiyle karşı karşıya olduğunu; ekonomik ve sosyal ilişkilere gömülü sistemik ayrımcılığın yapılarının kadınları daha fazla şiddete maruz bıraktığını yansıtıyor. İşsizliğin ve eksik istihdamın ülkenin birçok yerinde arttığı koşullarda, Dünyada sosyal koruma ve çalışma haklarındaki eksiklikte daha çok görünür oluyor.

Tüm bu veriler ışığında projektörümüzü ülkemize çevirelim ve kız çocuklarından çalışma hayatına ülke vizyonumuz ve gerçeklere bakalım!

Kadının çalışmasını, kocanın iznine bağlayan Medeni Kanun’un 159. maddesi Anayasa Mahkemesi’nce iptal edildi. İptal kararı 2 Temmuz 1992 tarih ve 21272 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı. Bu çok yakın tarihe ışık tutan bir bilgi. Anayasada kadın erkek eşittir diye yazan bir ülkenin eşit bireylerinden olan kadın, çalışmak istese koca izin vermediği sürece çalışamıyordu.

Oysaki Cumhuriyet bize eşit bireyin önemini seçme ve seçilme hakkı ile göstermişti. Hem seçen, hem seçilen olarak kadının, çalışma hayatında yer alma konusunda bir üst makam olan koca, 2002 öncesi Medeni Kanunda da aile birliğinin reisi olarak görülüyordu. STK çabası ile eşitlikçi yaklaşım ile 2002’de yenilenen Medeni Kanun ile bu yenilenmiş ve artık yasal mal rejimi “Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi” ile de kadınlar korunmuştur.

Ülkemizde kız çocuklarının okullaşma oranları 4+4+4 sisteminin 2013 yılında yürürlüğe girmesi ile ikinci dörtten itibaren okullaşma oranlarında düşüş yaşanmaya başlamış ve devam ederek günümüze gelmiştir. Bu süreç kız çocuklarının erken ve zorla evliliklerine, oğlan çocuklarının çıraklığa yönlendirilmesine sebep olmuştur.

Yine kamu kurumlarının var olan kreşlerinin kapatılması, bakım yükünün kadınların omuzlarında olması, ülkemizdeki yaşlı bakım merkezlerinin eksikliği ve kreşlere erişimdeki sıkıntılarla kadın istihdamı hep eksik kalmıştır.

Esnek çalışma modellerinde, hamilelik izinlerinde ve ücretsiz ev emeği ile tarım işçiliğinde aile modelleri ile kadın güvencesiz yıllarla yaşamaya mahkum edilmiştir.

Tüm bu süreçlerin yanı sıra istihdamda kadın çalışması ikame olarak değerlendirilmesi, tekstilde merdiven altında, işyerlerinde mobbing ve şiddete maruz kalması da göz ardı edilemeyecek negatifliklerdir.

TKDF olarak uzun zamandır Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO )ile C190 iş yerinde şiddet ve tacizin önlenmesi sözleşmesine Türkiye’nin de imzacı olması adına çalışmalar yürüterek protokol imzaladık.

Ülkemizde sendikalarla çıktığımız bu yolda çalışma hayatında kadınların varlığının sürdürülebilir olması adına politika belgesi oluşturmasına, sorunların giderilmesi adına görevlendirmeler yapmasına ve her şeyden önce toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden yaklaşım sağlanmasına yönelik çalışmalarla çok güzel adımlar atmayı başardık. İdeolojileri farklı olsa da tüm sendikaların bu konudaki olumlu yaklaşımları takdir edilecek bir olaydır.

Ayrıca bu konu da yerel yönetimlerden de gelen önlem alma iradesi ile politika belgesi imzalama gayreti bize tünelin ucunda ışığın görünmesini sağlamaktadır.

Biz TKDF olarak aslında İktidarların kadın politikası üretmesini ve tavandan üretilen politikaların yansımasının daha hızlı olacağına inanıyoruz.

Ancak bu konudaki eksikliğin de ‘Eşitlik Yerelden Başlar’ çalışmamızla tamamlanacağına inananlardanız.

Bugün ülkemizde yaşadığımız şiddet olaylarının temelinde yatan sebebin eşitsizlik olduğuna ve bu eşitsizliğin ekonomik özgürlüğü kısıtlayan ve zaman zaman ekonomik şiddete dönüştüren etkileri ile çok sık karşılaşıyoruz.

Bu nedenle çalışma hayatında kadınların var olması ve karar mekanizmalarında yükselmesi için öncelikle eğitime erişmesi ve bakım yükü sorununun giderilmesi gerektiğinin ve işyerinde sürdürülebilirliğin sağlanması adına çalışma hayatında şiddetsiz ve mobbingden uzak bir düzenin kurulması gerekmektedir.

Bunun için var gücümüzle çalışmaktayız.

İnanıyoruz ki mücadele kazandırır.

Canan Güllü

<p class="p1"><span class="s1"><i>Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı</i></span></p>

Canan Güllü
GUEST_AUTHOR2
PROFILE

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Lütfen * ile işaretlenmiş alanları doldurunuz.

Son Yazılar