Tüketim toplumları, kapitalist sistemin temel dinamikleri içinde oluşmuş ve bu düzenin bir parçası olarak varlıklarını sürdürmektedir.
Dr. Kübra KÜÇÜK
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Samsun Şube Başkanı
Tüketim toplumları, kapitalist sistemin temel dinamikleri içinde oluşmuş ve bu düzenin bir parçası olarak varlıklarını sürdürmektedir. Kapitalizm, her şeyi ticari bir ürün olarak değerlendirme ve kâr odaklı bir yaklaşım benimsemesiyle dikkat çeker. Bu anlayış, sınırsız kâr elde etme hırsıyla tüm değerleri metalaştırarak sahip olunan varlıklara indirgemektedir. Ancak bu durum, ekonomik, sosyal ve çevresel alanlarda ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Kapitalizm ve çevrebilim arasında belirgin farklılıklar bulunmaktadır. Kapitalizm, her koşulda kazanç ve sürekli büyümeyi temel alırken, doğal sistemler karşılıklı denge ve birbirini destekleme prensiplerine dayalıdır. Bu nedenle, çevrebilim bakış açısıyla değerlendirildiğinde, sınırlı doğal kaynaklara sahip bir dünyada sınırsız büyüme odaklı bir sistemin sürdürülebilir olması pek mümkün görünmemektedir. Sürdürülebilirlik, mevcut kaynakların bugünkü ihtiyaçları karşılarken gelecekteki nesillerin gereksinimlerini riske atmadan kullanılması prensibine dayanan bir yaklaşımdır. Bu kavram, doğal kaynakların korunması, çevrenin sağlığı, toplumların refahı ve ekonomik istikrar arasında uzun vadeli bir denge oluşturmayı amaçlar. Böylece çevresel, sosyal ve ekonomik unsurların uyum içinde sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi hedeflenir.
Tüm bunlar ile birlikte iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini en aza indirmek için, global ölçekte birçok politika, sözleşme yasal düzenlemeler ile yeni yaptırımlar iş dünyasının dinamiklerini değiştirmiş ve sürdürülebilirlik çatısı altında yeni bir bakış açısı getirmiştir.
Şirketler artık sadece finansal başarılarına odaklanmakla kalmıyor, aynı zamanda çevresel ve toplumsal etkilerini de göz önünde bulunduruyor. Çevresel sürdürülebilirlik hem etik bir zorunluluk hem de stratejik bir avantaj olarak ön plana çıkıyor. Doğal kaynakların tükenme riski, iklim değişikliği ve artan tüketici bilinci, işletmeleri sürdürülebilir çözümler geliştirmeye zorluyor.
İklim değişikliği, doğal kaynakların azalması ve çevre bilincine sahip tüketicilerin artışı, işletmelerin çevreye olan etkilerini yeniden gözden geçirmelerini zorunlu kılmıştır. İşletmeler, faaliyetlerinde çevresel sürdürülebilirliği benimseyerek doğal kaynakları verimli kullanabilir ve uzun vadede üretim sürekliliğini sağlayabilir. Hükümetler ve uluslararası kuruluşlar çevresel etkileri azaltmaya yönelik düzenlemeleri artırıyor. Sürdürülebilirlik stratejileri, işletmelerin bu düzenlemelere uyum sağlamasına yardımcı olur. Çevresel sorumluluk, markaların itibarını artırır. Tüketiciler, çevre dostu ürün ve hizmet sunan şirketlere daha çok güven duyar.
Rekabet Avantajı Sağlama Potansiyeli
Maliyet Avantajı: Enerji verimliliği, atık yönetimi ve yenilenebilir kaynak kullanımı gibi uygulamalar uzun vadede maliyetleri düşürür.
Yenilikçi Ürün ve Hizmetler: Çevre dostu ürün geliştiren şirketler, pazarda farklılaşarak yeni müşteri segmentlerine ulaşabilir.
Yatırım Çekme: Sürdürülebilirlik odaklı işletmeler, çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) kriterlerine önem veren yatırımcılar için cazip hale gelir.
Pazar Erişimi: Uluslararası iş dünyasında çevre duyarlılığı önemli bir standart haline geldiği için sürdürülebilirlik stratejileri global pazarlarda iş fırsatlarını artırır.
Paydaş Beklentileri
Tüketiciler: Çevre bilinci yüksek tüketiciler, çevreye duyarlı ürün ve hizmetleri tercih ediyor. Markaların sürdürülebilirlik taahhütlerini şeffaf bir şekilde iletmelerini bekliyorlar.
Çalışanlar: Sürdürülebilirlik uygulamaları, çalışan motivasyonunu artırır ve yetenekli bireylerin şirkete çekilmesine yardımcı olur. Ayrıca izleme, hedef ve sonuç odaklı yaklaşımlar ile tüm çalışanların sürdürülebilirlik süreçlerine katılımları sağlanır
Yatırımcılar: ESG kriterlerine uyum, uzun vadeli finansal performans ve risk yönetimi açısından yatırımcılar için kritik bir öncelik taşıyor.
Toplum ve STK’lar: Şirketlerin karbon ayak izini azaltması, atık yönetimi gibi uygulamalar toplumsal değer yaratma açısından önemlidir.
Hükümet ve Regülatörler: Politika yapıcılar, işletmelerden çevresel standartlara uymalarını ve raporlama süreçlerinde şeffaflık sağlamalarını bekliyor.
Sürdürülebilirlik çalışmaları ile birçok sektörde olumlu sonuçlar alındı; 2022 yılında yenilenebilir enerji sektörü, dünya genelinde 13 milyondan fazla kişiye iş sağladı. Bu, 2010’dan bu yana %50 artış anlamına geliyor. Dünya Bankası’na göre, düşük karbon ekonomisine geçiş 2030 yılına kadar dünya çapında 65 milyon yeni iş yaratabilir. Avrupa’da uygulanan geri dönüşüm ve yeniden kullanım sistemleri, 2020 yılında 7 milyon ton karbon emisyonunu önledi ve 160 milyar Euro ekonomik değer yarattı. Kadın girişimcilerin desteklendiği mikro finans projeleri, yerel ekonomilerin %20 daha hızlı büyümesine katkıda bulunuyor. Binalarda enerji verimliliğini artırmaya yönelik yatırımlar, her 1 dolarlık harcamaya karşılık 5 dolar ekonomik getiri sağlıyor. Dijital dönüşüm ve uzaktan çalışma, 2021 yılında global karbon emisyonlarını yaklaşık 300 milyon ton azaltırken, şirketlere toplamda 1 trilyon dolardan fazla tasarruf sağladı. Dünya genelinde üretilen elektronik atıkların sadece %17’si geri dönüştürülüyor. Ancak, doğru geri dönüşüm süreçleriyle yılda 57 milyar dolar değerinde metal ve nadir element yeniden kazanılabilir. Tüm bu kazanımlar sürdürülebilirlik kavramının ne kadar önemli ve büyük bir potansiyele sahip olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak, çevresel sürdürülebilirlik, iş dünyasının geleceğini şekillendiren en önemli stratejik unsurlardan biri haline gelmiştir. Doğal kaynakların korunması, karbon ayak izinin azaltılması ve yenilikçi, çevre dostu çözümlerin geliştirilmesi, işletmeler için hem bir sorumluluk hem de büyük bir fırsattır. Çevresel sürdürülebilirliği benimseyen şirketler, sadece etik ve toplumsal bir görevi yerine getirmekle kalmaz, aynı zamanda daha güçlü bir itibar, artan müşteri bağlılığı ve uzun vadeli kârlılık elde eder. Rekabetin yeni dönemi, yalnızca finansal kazançlarla değil, çevreye duyarlılık ve sürdürülebilirlik temelli bir vizyonla tanımlanacaktır. Bu bağlamda, çevresel sürdürülebilirliği iş modeline entegre eden işletmeler, geleceğin kazananları olacaktır.








