Ülke nüfusunun %49,9’unu oluşturan kadınların; yaşam alanı ve haklarının kısıtlanması, tüm toplumun ilerlemesini engelleyecek en temel etkenlerdendir
Ülke nüfusunun %49,9’unu oluşturan kadınların; yaşam alanı ve haklarının kısıtlanması, tüm toplumun ilerlemesini engelleyecek en temel etkenlerdendir. Sonradan öğrenilen ve cinsiyete toplum tarafından biçilen rol, sorumluluk ve davranış beklentilerini kapsayan toplumsal cinsiyet; kadınların üzerinde ciddi bir baskı oluşturmaktadır. Özellikle erkek çocukların kız çocuklardan daha üstün görülmesi, kız çocuklarının okutulmaması ve erken yaşta evlendirilmesi, kadının temel vazifesinin ev işleri ve çocuk bakımı olduğu düşüncesi, kadının hal ve hareketlerinin nasıl olması gerektiği ile ilgili algı oluşturulması, kadın bedeni üzerinde kendi dışında herkesin söz sahibi olması, kadına şiddetin engellenememesi gibi olumsuzluklardan dolayı kadınlar sosyal hayatta arka planda kalmaktadır.Kadınlar, gen aktarımı ile bilinçaltına yerleşen hareket tarzları ve devamlı engellenme psikolojisi ile bu eşitsizliği çoğu kez kanıksar hale gelmekte ve kendi potansiyellerine erişme ihtimalleri üzerine düşünmeyi ve çalışmayı göz ardı etmektedir. Tüm bu algıları kırmak, ancak kadın eğitimi ve kadının iş gücüne katılması ile mümkün olacaktır. 2021 Tüik Hanehalkı İşgücü Araştırmasına göre, 15 ve daha yukarı yaştaki istihdam edilenlerin oranının %45,2 olduğu ve bu oranın %28’ini kadınların, %62,8’inin ise erkeklerin oluşturduğu tespit edilmiştir. Yani kadınların istihdam oranının, erkeklerin istihdam oranın yarısından daha az olduğu görülmektedir.
Bunun yanı sıra; çalışma hayatında yer alan kadınlar için başka zorluklar da bulunmaktadır. Kadınlar, çalışma hayatlarında; özellikle “cam tavan” olarak adlandırılan, açıkça görülmeyen ancak aşılması güç birçok engelle karşı karşıya gelmektedir. Kadının medeni durumu ve çocuk sahibi olma planı gibi etmenlerin, kadınların işe alımlarında ya da pozisyon değişikliklerinde belirleyici unsur olması başlı başına bir eşitsizlik unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çoğu kadın çalışan, üstlenilen toplumsal rollerden dolayı, erkek çalışanların aksine, iş hayatındayken ev işleri ve çocuk bakımı gibi sorumlulukları da fazlaca üstüne almaktadır. Aile içerisindeki görev dağılımlarının eşit ve adaletli dağılmaması; bir süre sonra aile-iş çatışmasına sebep olarak aile içi huzursuzluğa yol açabilmektedir. Bu duruma sürekli maruz kalan kadınlar, geçmeyen bedensel ve mental yorgunluk yaşamakta ve stresli bir yaşam sürmektedir. Yaşanılan bu aile – iş çatışması iş hayatına odaklanmada güçlük yaşanmasını sağlayabilmekte ve bununla bağlantılı olarak başarı oranı, yetersizlik hissi gibi sorunları tetikleyebilmektedir.
Bir başka olumsuz algı da, kadınların doğası gereği duygusal olmasının bahane edilerek, bilhassa yönetici kademeleri için tercih edilmemesidir. Bunun altında ise yine toplumsal yargı ve kalıplar doğrultusunda, kadınların sadece kendi cinslerine ve çocuklara yönlendirme yapabilecekleri, bir erkeğe talimat vermelerinin mümkün olmayacağı düşüncesidir. Hatta bazı mesleklerin kadın mesleği, bazı mesleklerin erkek mesleği olarak görülmesinin sebebi ise yine aynı köhne düşünce yapısıdır.
Bir grup insanın, bir kimseye veya başka bir gruba sosyal yönden bezdirici davranışlarda bulunması olarak tanımlanan mobbing yani psikolojik şiddet birçok kadının iş hayatında karşılaştığı olumsuz durumlardan bir diğeridir. Örneğin; Amerika’da bulunan İş Yerinde Psikolojik Şiddet Enstitüsü tarafından mobbing mağdurlarının demografik özelliklerinin belirlendiği bir çalışmaya göre (WBI, 2014) mağdurların %60’ının kadın, %40’ının erkek olduğu gözlemlenmiştir.
Çoğu zaman işyerlerinin fiziki şartları ya da işyeri çalışma usul ve esasları kadınların rahat bir ortamda çalışması için sınırlayıcı olabilmektedir. Örneğin, gebe ve emziren kadınların çalıştırılması uygulamalarında, uygun çalışma şartlarının sağlanmaması, emzirme odası ve çocuk bakım alanlarının olmaması, kadın çalışanların gece postalarında çalıştırılmasında uygun koşulların sağlanmaması, doğum izni ve süt izni kullanımında zorluk yaşatılması vb.
Bu engelleri aşabilmek için; tüm kadınların okuması, üretmesi, çalışması, keşfetmesi, yetiştirmesi, sorgulaması, korunması, saygı görmesi ve en önemlisi özgür olabilmesi için bulunduğumuz her mecrada hassasiyet göstermeliyiz.
Unutmayalım ki, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk “Bizim sosyal yaşamımızdaki başarısızlığımızın sebebi kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz kayıtsızlık ve kusurdan ileri gelmektedir.” sözleriyle, durumu tespit etmiş, tüm ilke ve devrimleriyle yapılması gerekenlerin temelini atmıştır. Üzerine sağlam yapılar inşa etmek hepimizin sorumluluğudur.








